28 Aralık 2017 Perşembe

Cocuklara Cinsel Egitim Nasil Verilmeli?

Cinsellikle ilgili sorular gerek ergenlik dönemi gerekse çocukluk çağlarında ebeveynleri en çok zorlayan soruların başında gelir. Bu konuda çocukların tepkileri ailenin tutumuna göre farklılaşabilir. Bazı çocuklar ailenin kaygısını fark ederek cinsel kimliği ve meraklarını tamamen yok sayan bir savunma mekanizması geliştirebilirken, bazı çocuklar ailenin etkisiyle bu konularda merak ettiklerini rahatlıkla sorar ve öğrenirler. 
Öncelikle bu konuda kaygılanan ailelerin bu kaygısının doğal olduğunu kabul etmek gerek. Böylesine hassas bir konu, çocuğa ne zaman, nasıl ve ne kadar anlatılmalıdır? tüm bu sorular aslında verilmesinden emin olunan cinsel eğitim gerçeğinin üstünü örterek ebeveyni sessizleştirebilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, sizin yapacağınız doğru bir bilgilendirme çocuğunuz için çok önemli olacaktır. Çocuğun merak ettiği sorulara aile tarafından cevap verilmesi sağlıklı bir ruhsal yapı için elzemdir. Bu cevaplar sayesinde çocuklar endişelerinden kurtulabilecek, kendi bedeninin farkına varacak ve cinsel kimliğiyle barışacaktır. Bu konudaki sorunlar, çoğu zaman ebeveynlerin olumlu tutumlarıyla değişir. ayrıca çocuklar evde rahat bir ortamda merak ettiklerini sorabilirlerse çevreden edindiği yanlış bilgilerin önüne geçmek de mümkün olacaktır. Aksi halde öğrenilen yanlış inanışlar pek çok probleme yol açabilir. Çocuk dışardan öğrendiği bilgileri anne ve babayla konuşabilmeli, eksik ya da yanlış bilgilerini düzeltmeli, gerekirse konu üzerinde anlaşma sağlanana kadar tartışmalıdır. Bu sayede çocuk bu konuyu konuşulmaması ve bastırılması gereken bir konu olarak değil insanın doğasında var olan bir konu olarak kabul eder. Tabi doğru cinsel eğitim, bu doğallığı bir sınırsızlık şeklinde değil mahrem bir alan olduğu bilinciyle vermeyi de barındırır.
Şimdi gelelim cinsel eğitimle ilgili sık sorulan sorulara. 

1) Anne mi, Baba mı?

Öncelikle bu konuları annenin mi babanın mı vermesi gerektiği merak edilir. Genellikle kız çocuklarıyla anne, erkek çocuklarla baba konuşur. Bu doğru bir tercih olsa da koşul değildir. Eğer babanın kaygıları varsa anne, annenin kaygıları varsa bu görevi üstlenebilir. Burada çocuğun tercihi de önemlidir. Çocuklar da bu konuda daha rahat konuşabileceği ebeveyni seçer genellikle.

2) Ne Zaman Konuşulmalı, Ne Kadar Anlatmalı? 

Ebeveynlerin merak ettikleri bir diğer konuysa, cinsel eğitimin ne zaman verileceğidir. Aslında bununla ilgili keskin bir yaş aralığı yoktur ancak çocuğun gelişimsel özelliklerini bilmek önemlidir. Özellikle Freud’un psikoseksuel gelişim kuramı bize bu konuda rehberlik edebilir. Bu kurama göre çocuklar 3 yaşından itibaren cinsiyetini fark etmeye başlar. Cinsiyet ve kimlik ayrımı yapar. Bunu yaparken sosyal rolleri de öğrenir. Cinsellikle ilgili sorularda bu yaş civarında başlar. Bu dönem yaklaşık 7 yaşına kadar devam. Sonrasında gizil dönem gelir. Yani cinselliğin gündemden kalktığı, ergenliğe kadar konuşulmadığı yaşlar. Gizil dönemde mühim olan konular okul, arkadaşlık, başarı olmaya başlar. Ergenlik de gizil dönemin ardından cinselliğin güç toplanarak geldiği bir dönemdir aslında. Kız-erkek ilişkileri, bedensel ve hormonal değişmeler okları tamamen cinsel kimliğe yönlendirir. Bu dönemde ailenin cinselliğe bakışı çocukta patolojik durumlar oluşmasına da sebep olabilir. Sonuç itibariyle cinsel konuların konuşulması için net bir zaman dilimi olmamakla birlikte çocuğun merak ettiği konuları konuşmaktan kaçınmamalı, çocuğun diline ve yaşına uygun şekilde cevaplar verilmelidir. Aksi takdirde çocuk yaşıtlarından geride kalabilir, kendini bilgisiz ve yetersiz hissedebilir. Bunu yaparken çocuğu hazır olmadığı bilgilere de boğmamak gerekir. Erken verilecek bir bilgi çocukta ruhsal anlamda sıkıntı yaratabilir. 

Çocuklara mahremiyet ne zaman anlatılmalıdır? Aslında çocuk 3-4 yaş civarında anne ya da babayla ortak olan yönlerini, cinsel bölgedeki farklılıklarını fark ettiği için bu yaşlardan itibaren bu çocuğa yavaş yavaş anlatılabilir. Özel bölgeler tanıtılır, bu bölgelere kimsenin dokunamayacağı anlatılır. Gerekirse bu konuda bir hikâye kitabından destek alınabilir. Ayrıca özel bölgeleri boyama şeklinde etkinlikler yapılabilir. Çocuklar küçük yaşlarda kıyafetsiz gezme eğiliminde olabilirler. Mahremiyet kavramını kazandıkça bu eğilim terkedilir. Dikkat edilmesi gereken nokta baskından kaçınmaktır. Çocuklar ayıp, günah, yasak gibi kavramlarla bu dönemde tanışır. Bu kavramları kullanarak baskı yapmak ilerisi için utangaç ve çekingen bir kişilik oluşturmasına sebep olabilir. bu dönemde kadın ve erkek arasındaki farklar konuşulabilir. Erkeklerin mahrem alanı farklı, kızların farklı şekildedir. Bu yüzden tuvaletlerini de farklı yapar. Erkekler ilerde baba olur kızlar anne olur. Anneler bebek doğurdukları için vücutları farklıdır. Göğüsleriyle bebeklerini beslerler, şeklinde açıklamalar yapılabilir.

Cinsiyeti anlayan çocuk bu kez kendisinin nasıl olduğunu sormaya başlar. Öncelikle annenin karnında büyüdüğünü söylemek gerekir. Orası bebek büyüyene kadar onun için çok güvenli ve sıcak bir yerdir. Bebek büyüdükçe annenin karnı da büyür. Yeteri kadar büyüdükten sonra annenin aşağıdaki deliğinden çıkar, dünyaya gelir diye anlatılır. Burada detay isteyen çocuklara anne karnı detaylıca, uygun bir dille anlatılabilir. Çocuklar annenin kesileceğinden endişelenebilir. Bu durumda annenin aşağısında bulunan özel deliğin bebek büyüdükçe kendiliğinde genişlediğini bu arada bebeğin kafasının da ufacık olduğunu ve kolaylıkla çıkabileceğini anlatmak gerekir. 

İlerleyen zamanlarda çocuk için bu açıklama yeterli olmaz. Niye her istediğinde bebek olmuyor, nasıl olur diye daha detaylı sorular sorabilir. Bu aşamada bebeğin bir tohumdan oluştuğunu, bu tohumun bir parçasının annede bir parçasının da babada bulunduğu bebeğin bu tohumların birleşmesiyle anne karnında oluştuğunu söyleyebilirsiniz. Burda anne ve baba birbirini sever, bir bebek yapmaya karar verir ve sonra tohumları birleştirir diye istek, karar, sevgi konularına vurgu yapabilirsiniz. İlerleyen yaşlarda yani 9-10 yaş civarı, çocuk tohumla ilgili sorular sorar ise sperm, yumurta ve döllenme olayı anlatılabilir.

3) Çocukluk Mastürbasyonu

Bu dönemde anne ve babaları kaygılandıran bir diğer konu mastürbasyon konusudur. Çocuk tesadüfi olarak, bedenini tanırken cinsel organına dokunmaktan haz aldığını fark eder ve bu hazzı sürdürmek ister. Bu yüzden bazen eliyle uyararak bazen de bir yerlere sürtünerek mastürbasyon yapar. Bu çok doğal ve olasıdır. Ancak yapılan araştırmalar aşırı mastürbasyon yapan çocukların ihmal edilmiş, kaygılı ve huzursuz olduğunu göstermektedir. Burada aşırı mastürbasyon davranışı ve doğal olan haz mastürbasyonu olarak ikiye ayırıyorum. Eğer mastürbasyon aşırı yapılıyorsa ve huzursuzluk temelliyse sebep olan faktör iyice araştırılmalı ve mutlaka önlem alınmalıdır. Bu tür için bir uzman desteği önemlidir. Bunun dışında aile mastürbasyon karşısında çoğu zaman ne yapacağını bilemez. Bu durumlarda sakin kalabilmek, panik yapmamak çok önemlidir. Neden kaynaklanıyorsa kaynaklansın çocuğu utandırmak, suçlamak, azarlama veya tehdit etmek tamamen yanlıştır. Çocuk küçükse bunu yaptığında davranışa dikkat çekmek yerine görmezden gelmek ve çocuğun dikkatini daha eğlenceli bir aktiviteye çekmek daha doğrudur. Büyük çocuklarda ise bu konu konuşulup mahremiyete vurgu yapılabilir.

4) Ergenlikte Konuşulması Gerekenler Nelerdir?

Ergenlik dönemine gelindiğinde çocuklar genelde bu konuları aileyle konuşmaya karşı isteksiz olabilirler ancak aileler ergenlikten önce çocuklarına bedenindeki olası değişimler hakkında bilgilendirme yapmalıdırlar. Çocuğun ihtiyacı olan bilgi verilmeli, gerekirse doğru bilgilerin ve resimlerin yer aldığı ansiklopedilerden faydalanılmalıdır. Çocuklar bu dönemde özellikle çevreden pek çok yanlış bilgiye maruz kalmaktadır. Bunun önüne geçmek için yapılacak olan, sağlıklı bir cinsel eğitim önem kazanmaktadır. Anne ve babanın bu durumda ulaşılabilir olması önemlidir. Ebeveyn cinsel eğitimi rahatlıkla veremiyorsa bir uzmandan destek almalıdır.

Uzman Psikolog / Psikolojik Danışman Ebru YURDALAN

2 Aralık 2017 Cumartesi

ÇOCUK MERKEZLİ OYUN TERAPİSİ VE FİLİAL TERAPİ

Çocuk Merkezli Oyun Terapisi

Çocuk merkezli oyun terapisi çocuğun görüldüğü ve her yönüyle kabul edildiği güvenli bir ortamda, içindeki iyileştirici güçle gelişme sağlayacağına inanan bir oyun terapisi türüdür. 
Çocuk merkezli oyun terapisinde çocuğun istediği oyuncağı seçmesine, istediği oyunu kurmasına fırsat verilir. Hiçbir yönlendirme yapılmaz. Terapistin görevi çeşitli tekniklerle çocuğun içinde yaşadığı duyguları açmasına, en derinlerinde varolan sıkıntılarını ve çatışmalarını oyunla çözebilmesine yardımcı olmaktır. Çocuk oyunla katarsis sağlar, yani rahatlar. Çünkü oyun çocuğun özel alanıdır. Orda oluyormuş gibi yaptığı her şey çocuk için gerçektir. Oyun terapistleri çocuğun gerçeklik alanına girmeye çalışır. Çocuğa ve çocuğun duygularına odaklanır. 
Çocuk merkezli oyun terapistleri çocuğun oynadığı oyunun içeriğine birkaç durum dışında müdahale etmez. Çocuğun oyundaki sorununu çocuk adına çözmez. Çocuğun sorununu çözeceğine inanır. Çocuğun problem çözme becerisi ve özgüvenini bu sayede gelişir. Çocuk oyunda pek çok seçim yapar. Bu sayede özerkliği de deneyimlemiş olur.

Çocuk Merkezli Oyun Terapisinde Süre - Süreç

Çocuk merkezli oyun terapisinde bir seans 50 dakika sürmektedir. Terapinin genel olarak ne kadar süreceği ise çocuğun özelliklerine, gösterdiği semptoma ve beklentilere göre değişmektedir. Bu sebeple net bir süre verilemez. 
Çocuk oyun odasına girdikten sonra yaklaşık 3-4 seans bir keşif sürecine girer. Oyun terapistiyle bağ kurdukça problemli tarafları ortaya koyar. Oyun terapistinin güvenilirliği test edip gerçekten kabul edildiğini hissettikçe iyileşme gerçekleşir.
Diğer oyun terapilerinde olduğu gibi çocuk merkezli oyun terapisinde de ebeveynin sorumlulukları vardır. Anne ve babalar sürecin aktif katılımcısıdır. Oyun terapistiyle iş birliği içinde olmaları süreci hızlandırır. 

Kimler Çocuk Merkezli Oyun Terapisinden Faydalanır?

1.Tepkisel ve dürtüsel çocuklar,
2.Ayrılmayla ilgili kaygıları olan çocuklar,
3.Korkuları ve fobileri olan çocuklar,
4.Travma yaşamış çocuklar,
5.Çocukluk çağı depresyonu yaşayan çocuklar,
6.Dikkat eksikliği ve/veya hiperaktivitesi olan çocuklar,
7.Öfke kontrolüyle ilgili sorun yaşayan çocuklar,
8.Özgüven eksikliği olan çocuklar,
9.Seçici konuşmazlık yaşayan çocuklar,
10.Dışa atım bozukluğu yaşayan çocuklar (alt ıslatma, dışkı kaçırma, tutma)
11.Duygu düzenlemeyle ilgili problem yaşayan çocuklar, çocuk merkezli oyun terapisinden faydalanabilir.

Çocuk Merkezli Oyun Terapisinde Yaş Aralığı Nasıl Olmalıdır?

Çocuk merkezli oyun terapisi 2-8 yaş aralığında oldukça etkilidir ancak bu yaş aralığı 12 yaşına kadar esnetilebilir. Bu esneme ek olarak başka tekniklerinde dahil edildiği bir terapötik sürece dönüşebilir.

Filial Terapi

Filial terapi ebeveynlere çocuk merkezli oyun terapisinin öğretildiği yapılandırılmış bir terapi modeli olarak tanımlanabilir. Bu yapılandırılmış program 8-10 seans arasında değişmektedir. Filial terapiyi öğrenmek için illa davranış problemleri olan bir çocuğa sahip olmanız gerekmez. Filial terapi sorunsuz çocuklarla da yapılır ve çocukta birçok olumlu davranışın gelişmesini sağlar.
Anne ve babalar bu süreçte çocuklarıyla özel bir oyun saati oluştururlar. Oluşturulan bu özel oyun saatleri oyun terapistinin de desteğiyle yürütülür. Ebeveynler çocuklarının gelişim dönemi özelliklerini öğrenir. Duygu etiketleme çalışmaları yapar. tercih sunma ve kural koyma konularında çalışmalar yapar ve tecrübe kazanır. evde uyguladıkları seanslar için oyun terapistinden birnevi süpervizyon desteği alır. ebeveynler yetkin hale geldiklerinde seanslar bitirilir. 

Filial Terapinin Aile ve Çocuk İçin Faydaları Nelerdir?

Çocuk İçin Faydaları; 

1.Çocukların kendilerini tamamen merkezde hissettiği bir yarım saatleri olur. Bu sürede kendileri için gündem olan her şeyi oyuncaklarla ve kurdukları oyunlarla tam da kendi istedikleri şekilde ortaya koyma imkanı bulurlar. Böylelikle bir rahatlama hissederler.
2.Çocuklar oyun boyunca yaptığı her şey görüldüğü için kendileri değerli hissederler ve özsaygıları gelişir.
3.Çocukların duyguları sözel olarak etiketlendiği için çocuklar kendi duygularını tanımlamayı öğrenirler. Bu sayede kendilerini eylemden ziyade sözle ifade etme becerisi kazanırlar.
4.Çocukların agresyonunu yönetebilen ve sakin kalan ebeveyn sayesinde çocuklar duygularını düzenleyebilme becerisi kazanır.
5.Çocuk kendi duygusunu tanımladıkça bir ötekinin duygusunu da görebilmeyi öğrenir ve böylece empati yapma yeteneği gelişir.
6.Çocuk ihtiyaçlarını doğru şekillerde ifade etmeyi öğrenir.
7.Çocuklarda mevcut bulunan davranış problemleri oyun saatleri sayesinde azalır.
8.Çocukların günlük hayatlarında karşılaştığı sorunlara yönelik problem çözme ve adaptasyon becerisi gelişir.
9.Sunulan tercihler ve konulan sınırlar sayesinde çocuğun güvenli dünya algısını desteklenir. Kendinin ve dünyasının sınırları netlestikçe güvenlik artar.
10.Çocuğun özerklik ve girişimcilik özellikleri gelişir. 

Ebeveynler İçin Faydaları;

1.Çocuklarının gelişim dönemi özelliklerini iyi öğrenerek onların ihtiyaçlarını, duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını daha iyi anlayabilmelerini sağlar.
2.Çocuklarıyla iletişimleri kuvvetlenir. İletişim güçlendikçe ilişkileri de sağlamlaşır. Daha derin ve doyurucu bir ilişkiye döner.
3.Çocuklarıyla kurdukları yeni ilişki biçimi kendi kaygılarını azaltır ve rahatlamalarını sağlar. Çaresiz hissettikleri durumlar azalır.

Aslında sadece çocukla ilgili bir aktivite gibi görünse de filial terapi aile içindeki tüm ilişkileri değiştirmeyi sağlayan bir metoddur. Ebeveynler çocukları için oluşturdukları empatik dili eşler arasındaki ilişkiye de taşır. Daha yakın ve derinden bir ilişki kurmalarına yardımcı olur.

Filial Terapi Kimler İçin Uygundur?

Bu soruya çocuğu, ebeveynleri ve aile arasındaki ilişkileri bilmeden cevap vermek güç. Ancak; 
1) Yaşı çok küçük olan çocukların aileleriyle,
2) Mekansal olarak uzak olan, çocukla çalışmamın mümkün olmadığı durumlarda, online olarak çalışılacak ailelerle,
3) Sınırlı bir sürenin söz konusu olduğu durumlarda, filial terapinin uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Problemli alanlar bazında bakıldığındaysa, çocuk merkezli oyun terapisinin uygulandığı her durum için filial terapi eğitimi verilebileceği gibi, hiçbir sorunu olmayan çocukların aileleri için de önerilebilir.

Uzman Klinik Psikolog / Pedagog Ebru YURDALAN

14 Kasım 2017 Salı

OYUN TERAPILERI

ÇOCUK PSİKOTERAPİLERİ

Çocuk psikoterapileri çocukların ruhsal sıkıntılarını, davranış problemlerini çözmeye yönelik yapılan uygulamaların bütünüdür. Bu uygulamalar bazen grup etkinlikleri şeklinde olabilirken çoğunlukla bireysel görüşmelerle ilerler. Çocuklarla yapılan bireysel görüşmeler yetişkinlerle yapılan görüşmelerden kullanılan araç bakımından farklıdır. Bu farklılığın temel sebebi çocukların soyut işlem dönemine henüz geçememiş olmasıdır. Bu nedenle kendilerini anlatmak için somut nesnelere ihtiyaçlar duyarlar. Yetişkinler duygu ve düşüncelerini konuşmalar üzerinden yürütürken çocuklar kendilerini somut olarak oyunla anlatırlar. Bu sebeple bireysel görüşmelerde kullanılan teknik çoğunlukla oyun terapileridir
Oyun terapileri kendi içinde genel olarak iki başlıkta toplanabilir. Birincisi yönlendirici olmayan oyun terapileri ikincisi ise yönlendirici oyun terapileridir.

OYUN TERAPİSİ TÜRLERİ

1. Yönlendirici olmayan oyun terapileri

Bu terapiler çocukların kendi oyununu kendisinin kurmasına olanak sağlar. semptom odaklı ilerlemezler. Aksine semptomdan bağımsız olarak çocuğun getirdiği malzemeye yönelik yapılan müdahaleleri kapsar. Çocuk seçtiği oyuncakla, kurduğu oyunla metaforik olarak kendini ve sıkıntı yaşadığı konuyu anlatırlar. Oyun terapisti de aynı metaforla karşılık vererek terapötik müdahalalerini yapar. Tüm yönleriyle, tüm duygularıyla kabul edilen çocuk yine oyunlar üzerinden kendi kendini iyileştiren bir süreçten geçer. Çocuk her yönüyle kabul edilir. Hazır olmadığı bir konuya odaklanılmaz. Sınır ve kurallar önemlidir ancak gerekmedikçe kullanılmaz.
Yönlendirici olmayan oyun terapileri kendi içinde çeşitlilik gösterir. Çocuk merkezli oyun terapisi, deneyimsel oyun terapisi bu grupta sayılabilir.

2. Yönlendirici oyun terapileri

Bu terapilerde çocuk öncelikle bir değerlendirme sürecinden geçer ve sorun olarak belirlenen konuyla ilgili terapist tarafından seçilen oyunlar uygulanır yahut çocuğun kurduğu oyuna müdahale eden yönlendirmeleri içerir. 
Bilişsel davranışçı oyun terapileri, theraplay yönlendirici oyun terapileri içinde sayılabilir.
Bazı oyun terapileriyse daha bütüncül bir yaklaşımla bazen yönlendirici bazense yönlendirmesiz olarak ilerler. Jungcu oyun terapileri ise bu grupta sayılabilir. Bu oyun terapisi bazen çocuğu sadece aynalayarak ilerlerken, bazen hikayelerle ya da verilen konularla çocuğu yönlendirebilir.

OYUN TERAPİSİ HANGİ YAŞ GRUPLARINA UYGULANIR?

Oyun terapileri uygulanırken kullanılan tekniğe göre çalışma koşulları değişse de genel olarak uygulanan yaş grubu 2-12 yaştır. Daha küçük çocuklarda çoğunlukla aile ile çalışılır. Özellikle filial terapiler ailenin oyun terapileri konusunda yetkinlik kazanmasını sağlayarak aile ile çocuğun arasındaki ilişkiyi düzenler.

OYUN TERAPİSİ SEANS SÜRELERİ VE SÜRECE GENEL BİR BAKIŞ

Oyun terapisinde bir seans 50 dakika sürmektedir. Bu süreyi kullanım kullanılan tekniğe göre değişkenlik gösterebilir. Bazen süre aileyle çocuk arasında bölüştürülebileceği gibi bazen tamamı çocuğa ayrılıp belli seanslardan sonra aileyle ayrıyeten seanslar düzenlenebilir. Bazense seanslar hem çocuğun hem ailenin katılımıyla gerçekleştirilebilir.
Oyun terapisinin kaç seans süreceği ailelerin aklına takılan bir diğer konudur ancak bu sorunun net bir cevabı yoktur. Çocuğun problemine, kişilik yapısına, mizaç özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir ama süreci genel olarak keşif, test etme, bağlanma, büyüme ve ayrılma şeklinde bölümlere ayırabiliriz. Keşif sürecinde çocuk hem oyun odasını, hem oyun terapistini hem de orda ne yapıldığını anlamaya çalışır. Keşif aşaması ortalama 3 seans sürer. Sonrasında gelen test aşaması ise çocuğun oyun terapistinin güvenirliliğini ölçtüğü aşamadır. Çocuk terapiste onu sıkıntıya sokan konuları paylaşacaktır. Bunlar sadece oyun üzerinden canlandırılsa da o oyun çocuk için çok şeydir. Ve her haliyle kabul edileceğine inanmadan paylaşım yapamaz. Çocuk güvenirliğinden emin olduğu oyun terapistine bağlanır. Problemin çözüldüğü aşama bağlanma aşamasıdır. Çocuk ruhunda sıkıntı yaratan olayları oyunlarına taşır. Defalarca üzerinden geçerek duygusal anlamda bir boşaltım sağlar. adeta bir deşarj alanıdır oyun odası. Bu süreçte oyunlar yavaş yavaş form değiştirerek bize iyileşmenin haberini verirler. İyileşme bir diğer anlamıyla terapötik büyüme anlamına gelir. İyileşme olduktan sonra sonlandırma aşamasına geçilir. Bu aşamada zaten çocuk bunun sinyallerini verir. Çocuk için ayrılmanın vakitlice yapılması, çocuğun bu sona hazırlanması çok önemlidir. Birden bire yapılan ayrılık çocuğun güvenli, kontrol edebildiği dünya algısına zarar verebilir. Sağlıklı bir şekilde ayrılmayı öğrenmesini engeller. Sonlandırma aşaması da 2-3 seans arasında değişir. 

OYUN TERAPİSİNİN ÇOCUĞUN OYNADIĞI OYUNLARDAN FARKI NEDİR?

Oyun terapileriyle ilgili en çok merak edilen konulardan biri de çocuğun kendi oynadığı oyunlardan farkının ne olduğudur. Sokak oyunları olarak isimlendirdiğimiz oyunlar çocuk için gerçekten çok önemlidir. İlişki kurmayı bu oyunlarla öğrenirler ancak terapötik oyun bundan farklıdır. İyileşme oyunla olmaz. İyileşme o oyuna şahit olan bir oyun terapisti, onun eleştiriden uzak, kabullenici, merakla anlamaya çalışan, şefkatli tavrı ve uzmanlık gerektiren müdahaleleri ile mümkündür.

OYUN ODASINDA NELER BULUNUR?

Oyuncaklar çocukların kelimeleri olduğu için duygularını anlatacak pek çok oyuncak bulunur. Çocuk regresif oyuncaklarla güven içinde hissettiği yaşa kadar gerileyebilir. Agresyon oyuncaklarıyla içinde yaşadığı öfkeyi sağlıklı bir şekilde dışarıya yansıtmayı öğrenir. Kaçış oyuncaklarıyla içinde bulunduğu durumdan kaçmayı sağlar ve duygularını regüle etmesine yardımcı olur. Yaratıcılık gerektiren sanatsal oyuncaklarla gelişim sağlar. Kısacası oyun odasında bulunan her bir oyuncak çocuğun bir duygusuna, bir sorunun metaforik anlamına karşılık gelir.

OYUN TERAPİLERİ HANGİ DURUMLARDA KULLANILIR?

- Kaygı bozuklukları, çocukluk korkuları (ayrılık anksiyetesi, gece korkuları, karanlık korkusu, hayvan korkuları…)
- Çocukluk depresyonu
- Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
- Uyku bozuklukları
- Beslenme bozuklukları
- Dışa atım bozuklukları (alt ıslatma, dışkı kaçırma, tuvalet tutma)
- Tırnak yeme, parmak emme gibi davranış bozuklukları
- Kardeş kıskançlığı
- Kayıp, yas
- Boşanmaya adaptasyon
- Tüm uyum ve davranış problemleri
- Bağlanma ve ayrılma problemleri
- Travmatik yaşantılar, travma sonrası stres bozuklukları (aile içi şiddete maruz kalmış ya da şahit olmuş çocuklar, cinsel istismar yaşamış çocuklar, ihmal edilmiş çocuklar)
- Seçici konuşmazlık (selektif mutizm)
- Sosyal problemler (içe kapanıklık, iletişim güçlükleri, özgüven problemleri)
- Duygu düzenlemeyle ilgili problemler, öfke kontrolü
- Otizm, özel öğrenme güçlüğü ( özel eğitimi ve tıbbi tedaviyi destekleme yönelik çalışılabilir) 

oyun terapisinin çalıştığı konulardır.

Psikotik bir durum (çocukta halisünasyonlar-paranoyalar varsa, çocukluk şizofrenisi, çocukluk çağı bipolar bozukluğu) ve ciddi tavır bozuklukları varsa tıbbi tedavi önceliklidir ancak çocuk oyun terapisiyle desteklenebilir.
Uzman Psikolog - Pedagog Ebru YURDALAN

8 Kasım 2017 Çarşamba

Duygu Odakli Terapi, Alfred ve Golgesi


Duygularimiz bize bir seyler anlatiyor, bizi bir yerlere goturuyor. Duyguya dokunan terapilerle daha kalici sonuclar elde ediliyor. Bu sebeple "Duygu Odakli Terapi", bu sebeple "Alfred ve Golgesi" 🎈

3 Kasım 2017 Cuma

Disleksi Nedir?


Bir yil once 0rtapia kanalinda izlemistim bu kisa filmi. Ve tam da günü gelmisken, yani  1-7 kasım Disleksi Farkindalik Haftasi'nda paylasmak istedim. "Disleksi Nedir?" Sorusunun cevabi cok guzel bir dil ve gorsellerle anlatilmis. Konu disleksi olunca deginmeden gecmeyecegim bir film de var. "Taare Zameen Par" yani "Yerdeki Yildizlar". Izlemeyen hala kaldiysa bu haftanin filmi olsun ☘

Uzman Psikolog/Pedagog Ebru YURDALAN 

20 Ekim 2017 Cuma

Gelişim Dönemleri Işığında Ebeveyn-Ergen Çatışması

“Bugünün gençleri lüksten hoşlanıyor. Kötü davranışlar benimsiyor, olumsuz tutumlar kazanıyor. Beden eğitimi ve sporla ilgileneceklerine boş sözlerle zaman geçiriyorlar. Öğretmenleri önünde bacak bacak üstüne atıp bildiklerini okuyorlar. Misafirin önünde gelişigüzel konuşuyorlar. Yaşlılara saygı göstermiyorlar. Onlar odaya gelince yerlerinden kalkmıyorlar. Sofrada güzel yemekleri kapışıyorlar, çok yiyip içiyorlar.”
Sadece bu çağa özgüymüş gibi görünen bu söylemler aslında MÖ 450 yıllarında yaşamış olan Sokrates’e ait. Devirler değişse de cümleler değişmiyor. Eski kuşak, yeni kuşağı benzer sebeplerle eleştiriyor. Bu evrensel ve ortak çatışmanın arka planında iki tarafın yaşadığı adaptasyon sorunun olduğunu düşünüyorum; çocukluktan ergenliğe geçen evlatla, gençlikten yetişkinliğe geçen ebeveynin hem kendi hem de birbirlerinin değişim süreciyle ilgili yaşadığı uyumsuzluk sorunu. Yani yıllardır süren “ergenlik döneminde gencin yaşadığı olağanüstü değişim”i çatışmanın tek sebebi olarak görmüyorum.  
Şimdi her iki gelişim dönemine de Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı’nı temel alarak yakından bakalım.

1) Ergenlik (Kimlik Bütünlüğü-Kimlik Karmaşası)

Yaklaşık olarak 12-18 yaş arasında tanımlanan bu dönemin çatışması rol karmaşasına karşı benlik bütünlüğüdür. Birey kendini psikolojik olarak tanımlamaya başlar çünkü bu yaşa kadar bilişsel gelişimi sadece somut kavramlarla işlem yapmasına olanak verirken,  ergenlik dönemiyle birlikte soyut kavramlar da hayatına dahil olmaya başlar. daha önceden kendini sadece somut özellikleri ve ailesinin onu gördüğü şekliyle tanımlarken bu gelişmeyle birlikte duyguları, ilişkileri, tutumları gencin kendini tanımlarken göz önüne aldığı özellikler olur. Ailesinin anlatılarından koparak, kendi soyut kavramlarıyla yeni bir dünya oluşturmaya çalışan gence dünya o kadar kaotik gelir ki keskin genellemelere ihtiyaç duyar. Böylelikle kendi iç dünyasında tutarlılık sağlayacağına inanır. Dünyasının kendi kontrolünde güvenli bir yer olarak algılanması ihtiyacı, fanatik düşüncelerin oluşmasına sebep olur ve bu süreç aslında bu dönem için normaldir. Örneğin bazı siyasi görüşlere mükemmelik atfedip idealize ederken, bazılarını tamamen kötüleyip develüe eder. Bazı kişileri kahraman ilan edip hayatlarına idol olarak alırken, bazılana düşman rolü vermek zorunda kalırlar. Ancak bunu yaparken ortaya çıkan tehlike, henüz soyut kavramlar üzerinde yeterli denetim sağlayamamış olması sebebiyle gencin aşırı genellemelerle, “ya hep ya hiç” gibi bir düşünce tarzı benimsemesidir. Bunun yarattığı sıkıntıyı kendi kimliklerini oluştururken görebiliriz. Bazı yerlerde dışa dönük olamayan ergen, ihtiyaç duyduğu tutarlılıktan dolayı kendini tamamen içe dönük bir kimlik içinde bulabilir. Kendisine bazen içe kapanık bazen dışa dönük olma esnekliğini vermez.  Bu tehlike kendi öz değerlendirmesinde, kendine yaptığı haksızlıklarla son bulacağı gibi ilkel bir savunma mekanizması olan bölmeyi devreye sokarak kimliğini bütünleştiremez. 
Bu dönemdeki bir diğer değişim de fiziksel ve hormonal gelişimlerdir. Soyut işlemlerle bilişsel aktivitelerin artmasının yanında ergen yeni kazandığı bedenle ilgili de bir uyum sürecinden geçer. Kendi kurduğu dünyasında gittikçe büyük bir yer kaplayan akran grubunda fikirleriyle olduğu kadar değişim içindeki bedeniyle de varolmaya başlar. Bu dönemde ergenlerdeki beden algısı ruhsal yapıyı büyük oranda etkiler. Bedensel olarak dış görünüşünden hoşnut olmayan genç, hem “ya hep ya hiç” düşüncesiyle kendine olumsuz pek çok özellik yükleyerek kendini değersizleştirebilir hem de karşı cinsle ve hemcinsleriyle ilişkilerinde daha pasif ve kaçıngan bir tutum benimseyerek birçok alanda kendi potansiyelini  ortaya koymaz. 
Gelişimsel olarak bundan önceki evreleri sağlıkla yaşayan bireyin, bu dönemde tüm bu çatışmaları aşarak kendine özgü yepyeni bir kimlik oluşturması beklenen bir durumdur. Öte yandan diğer gelişim dönemlerinde duraklama yaşayan, yanlış anne-baba tutumlarına maruz kalmış bireyler içinde ikinci bir şanstır ergenlik dönemi. Akran ve çevre desteğiyle rol karmaşasından kurtulup, gerçek kendiliğine uygun olarak potansiyellerini ortaya koymaktan kaçınmayan, sağlıklı bir kimlik oluşturabilir. Geçmişinde travmatik deneyimleri olan ve ergenlik döneminde de yeterli çevre desteğini edinemeyen bireyin rol karmaşasından çıkması ve bu dönemi sağlıklı atlatması zor görünmektedir.

2) Yetişkinlik ( Üretkenliğe Karşı Durağanlık)

Ortalama 35 yaşında başlayıp 65 yaşına kadar devam eden bu dönemin çatışması orta yaşın toplumsal ve ruhsal bunalımındaki durağanlığına karşı üretken olmaktır. Üretkenlik kavramı birincil olarak, gelecek kuşağı kurmaya ve yönlendirmeye olan ilgidir. diğer yanıyla yaratıcılığı da kapsayan bu dönemde ürün vermeye yönelik güçlü tutkunun ve ortaya çıkan ürüne yönelik derin sevginin olmadığı durumlarda durağanlık duygusu öne geçecektir. Peki bu durağanlık ne demek? Yaşamda bir hedefin olmaması, amaçsızca yaşamanın hüznü, can sıkıntısı ve boşluk duygusu. Bunu yaşamak yetişkin için bile olsa zordur. Tabi ki bu evrenin tek üretkenliği çocuk yapmak değil ama bu bilgiler ışığında ergen-ebeveyn çatışmasına bir daha bakalım. Hayatında tutkuyla peşinden gittiği bir amacı olmayan bir yetişkin düşünelim ve ürettiği tek şey çocuğu. Bu durumda aileden kopan ve bağımsız bir yaşam oluşturmaya çalışan ergenin, bu davranışlarının anne- baba açısından nasıl büyük bir kaygıya, kayıp duygusuna sebep olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Aslında kendi gelişimsel döneminde duraksama yaşayan yetişkinin, bu dönemde kendini canlı tutabilmek için eserinin yani çocuğunun kendinden ayrılmamasına, ona öğrettiği dünyayla gözünün önünde durmasına ihtiyacı vardır. bu boşluğa düşmemek için yetişkin çocuğuna kendini adar. Aslında çocuğu, çocuğun ihtiyaçlarını görmeden kendi ihtiyaçları yüzünden yapılan bir davranıştır bu. Çocuk küçük yaştayken onu kontrol etmesi bu anlamda daha kolayken, büyüdükçe ve ayrılmak istedikçe yetişkin kendi kriziyle yüzleşmek zorunda kalır. Yeni duruma uyum sağlayamaz ve ergenin her davranışından rahatsız olan, hoşnutsuzluğunu belirten bir yetişkin ortaya çıkar. Bu süreçte ebeveynin ergenle uğraşması onun hayatına yeni bir gaye verir, gelişimsel duraklamanın önüne geçmiş olur ancak bu durumun ergene verdiği zarar göz ardı edilemez. 

Tüm Bu Çatışmalar Nasıl Çözülür?

Burada aileye büyük iş düşmektedir. Öncelikle kendi duyguları ve düşünceleri üzerinde düşünmeleri gerekir. Kaygıların ne kadarının kendileriyle ilgili, ne kadarının gerçeğe dayalı olduğunu bulmaları gerekir. Eğer çocuklarını kontrol etmediklerinde onları büyük bir boşluğun beklediğini içlerinde bir yerlerde hissediyorlarsa ve çocuklarının onlarsız doğru bir şey yapacaklarına dair inançları zayıfsa bir uzmanla görüşmeleri hem kendi kişisel gelişimlerine katkı sağlayacak hem de çocuğun bu dönemi en az sorunlar atlatmasına yardımcı olacaktır.
Son yıllarda yapılan çalışmalar ergenlik döneminde limbik tepkiselliğin yani tehlikeye karşı hassasiyetin arttığını, ürkme refleksini büyüttüğünü ve ergen beyninin özellikle duygusal durumlara karşı tepkisel olduğu önerisini desteklemektedir. Yani gencin yaşadığı tepkisellik aslında fizyolojik değişimlerden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden çocuğun tepkiselliğini kişisel olarak algılamayıp hoşgörülü kalabilmek çok önemlidir. Duyguların çok yoğun yaşandığı, duygu regülasyon problemlerinin arttığı bu dönemde, ergenin yapamadığı duygu regülasyonu sakin kalan aile tutumlarıyla mümkündür.  Her ne olursa olsun kapsayan, anlayan, sakin kalan ebeveyn gencin duygu düzenlemesini sağlamasına yardım eder.
Bu dönemde ergenin her türlü sosyal faaliyetle ilgili girişimlerinin, ilgi ve yetenekleriyle ilgili araştırmalarının desteklenmesi, oluşturduğu düşünce sitemlerinin size ters bile olsa anlayışla karşılanması sağlıklı bir kimlik oluşturması açısından çok önemlidir.
Akran ilişkileri ergenlik döneminde büyük önem kazanmaktadır. Bu dönemde arkadaşlarla ilgili yapılan müdahaleler gençle aile arasında uçurumlar oluşmasına sebep olabilir. Bu sebeple ergeni uzaktan, sınırlarına girmeden, ilişkilerine müdahil olmadan takip etmek ve ona güvendiğinizi hissettirmek çok önemlidir. Yanlış arkadaşlıklar olsa dahi bunu deneyimlemesi ona çoğu zaman katkı sağlayabilir. Ailenin yapması gereken topraklaşmış bir şekilde beklemek ve ihtiyaç duyduğunda destek olmaktır.
Ergenlik döneminde öfke kontrol bozuklukları, kaygı bozuklukları, obezite, erken ve uygun olmayan cinsel deneyimler, davranış problemleri ortaya çıkabilir. Bu sorunları aşmak için ergenin de rızasıyla psikolojik destek almak önemlidir. Çocuğunuz destek almadığı durumlarda aile olarak sizin aile tutumları konusunda yardım almanız süreci sağlıklı atlatmanız açısından faydalı olabilir.

Uzman Psikolog / Psikolojik Danışman Ebru YURDALAN



Ilişki Örüntüleri

Merhabalar. Gecenlerde rastladigim ve cok begendim bir kisa filmi paylasmak istedim bugun. Bu kisa filmde sağlıklı/sağlıksız bircok iliski turunu bulabilirsiniz. Sevgi diye tanimlanan ancak  ozunde bir otekini görmeden sadece bireysel ihtiyaclar yuzunden  yapilan davranislar var. Gecmisten getirdikleri yuzunden bir turlu gercek bir iliski kurulamayan partnerler ve yalitilmis hayatlar var. Ucarak baslayip, cakilarak sonlanan gercekten kopuk iliskiler var. Narsisist, borderline, sizoid ve nevrotik dedigimiz kisilik yapilari ve hapsolduklari donguleri var. Birbirini anlamaya calisan ve farkli fikirlerden beslenen esit ve saglikli iliski de var.
Anneler, babalar, cocuklar, çiftler... Herkesin kendinden bir seyler bulabilecegine inaniyorum. Iyi seyirler 🎈

10 Ekim 2017 Salı

DİKKAT! DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU




“Hocam bizim çocuk çok zeki ama şu dersin başına bir türlü oturtamıyoruz, oturmayı sevmiyor.”
“Başkalarının çocukları akıllı uslu oturuyor bizimki düz duvara tırmanıyor.”
“Dersini yapıyor yapmasına ama defteri baştan aşağı yanlışlarla dolu, sürekli hatalar yapıyor.”
“Derste 5 dakika durmuyor ama saatlerce bilgisayar oyununa odaklanıyor.”
“Söylediklerimi hiiiiiç dinlemiyor, bir kulağından giriyor diğer kulağından çıkıyor.” gibi cümleleri siz de duymuşsunuzdur. Bunları duyduysanız Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite’yi de duymuş olmalısınız ya da duymanız an meselesi. Aslında gelişimsel olarak normal olan hareketlilik bazen anne-baba-öğretmenlerce Hiperaktivite olarak adlandırılabilirken, bambaşka sebeplerden kaynaklanan dalıp gitme, ödevlerde hatalar yapma gibi davranışlar dikkat eksikliği olarak etiketlenebiliyor. Peki gerçekte nedir dikkat eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğu ve de en önemlisi ne değildir?
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu bir hastalık değil, nörogelişimsel bir bozukluktur ancak nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Genetik materyalimizin ve çevrenin etkisi olduğu tahmin edilmektedir.

DSM-5 ‘e göre;

  • ·       Çoğunlukla ayrıntılara özen göstermezler. Derste, işte ya da başka etkinlikler sırasında dikkatsizce yanlışlar yaparlar. Ayrıntıları gözden kaçırır, atlamalar yapar hatta bazen komple yanlış bir işi yapıyor olabilirler.
  • ·       İş yaparken ya da oyun oynarken çoğu zaman dikkatini sürdürmekte güçlük çekerler. Ders dinlerken, uzun konuşmalarda veya okumalarda odaklanamazlar. Dersten derse, oyundan oyuna atlayabilirler bu yüzden.
  • ·       Doğrudan kendisine doğru konuşulurken çoğunlukla dinlemiyor gibi görünürler. Aklı başka bir yerdeymiş gibi davranırlar.
  • ·       Verilen yönergeleri izleyemezler, sıraları karıştırırlar. Okulda verilen görevleri, sıradan günlük işleri ya da sorumluluklarını tamamlayamazlar. İşe başlayabilirler ancak dikkatleri hızlı bir şekilde dağılır.
  • ·       Yapacağı işleri düzene koymakta güçlük çekerler. Kişisel eşyalarını düzenli tutmakta zorlanır. Dağınık ve düzensiz çalışırlar. Zaman yönetimleri kötüdür. Zaman sınırlarına uyamazlar. Etkinlikleri vaktinde bitiremezler.
  • ·       Sürekli zihinsel bir çaba gerektiren işlerden kaçınırlar. Bu tür işleri sevmez ya da bu tür işlere girmek istemezler. Okulda verilen ödevler gibi…
  • ·       Sahip olduğu eşyaları sık sık kaybederler. Okul eşyaları, kalemi, defteri gibi….
  • ·       Dikkati dış uyaranlara karşı çok hassastır, kolaylıkla dağılır.
  • ·       Günlük etkinliklerinde unutkanlardır. Okulda verilen ödevleri sürekli unutabilirler, ailesine iletimesi istenen mesajı hatırlamazlar.

Aşırı Hareketlilik ve Dürtüsellik: Gelişimsel düzeye uygun olmayan, sosyal ve akademik hayatla ilgili etkinlikleri doğrudan olumsuz etkileyen ve aşağıdaki belirtilerden en az 6 tanesinin en az 6 ay sürdüğü bozukluktur.
  • ·       Sürekli kıpırdanırlar, ellerini ayaklarını vurur ya da oturduğu yerde kıvranırlar.
  • ·       Oturmasının beklendiği durumlarda oturduğu yerden kalkarlar. Örneğin derste sırada oturması gerekirken sürekli bir şeyleri bahane ederek sınıf içinde gezebilirler. Sabit olarak kalmak onlar için çok zordur.
  • ·       Uygunsuz yerlerde ortalıkta koşturur dururlar, bir yerlere tırmanırlar.
  • ·       Boş zaman etkinliklerine sessiz bir biçimde katılamazlar ya da sessiz bir biçimde oyun oynayamazlar. Gürültülüdürler.
  • ·       Her an hareket halindelerdir. Uzun bir süre sessiz-sakin kalamazlar ya da böyle durmaktan rahatsız olurlar. Yaş ilerledikçe bu rahatsızlık bir iç huzursuzluğuna dönebilir.
  • ·       Aşırı konuşurlar. Derslerde susturmak zor olabilir. Konudan konuya atlarlar.
  • ·       Sorulan soruları tamamlanmadan yanıtını yapıştırır, insanların cümlelerini tamamlarlar. Konuşma sırasında sırasını bekleyemezler. Başkalarının sözlerini keserler ya da araya girerler. Oyunların ve etkinliklerin de arasına girebilirler. Etkinliklerde başkalarının arasına girip onların yaptıklarını yapabilirler.
  • ·       Genel olarak sıra beklemeyle ilgili problem yaşarlar, bekleyemezler.
  • ·       Sormadan ya da izin almadan başkalarının eşyalarını kullanmaya başlayabilirler.


Yukarıda yazdığım belirtiler karşıt olmanın, düşmancıl bir tutumun ya da yönergeleri anlayamamanın verdiği bir dışavurumu olmamalıdır. 12 yaşından önce birkaç dikkatsizlik ya da aşırı hareketlilik – dürtüsellik belirtisi olmuştur. Bu birkaç dikkatsizlik ya da aşırı hareketlilik – dürtüsellik belirtisi iki ya da daha çok ortamda vardır. Sadece okulda ya da sadece evde gözlemleniyorsa başka bir problemden kaynaklanan bir savunma olabilir. Ayrıca bu belirtiler mutlaka çocuğun işlevselliğini bozmalıdır.

Bu belirtilere baktıktan sonra ciddi şüpheleriniz varsa bir uzmanla görüşmeniz iyi olacaktır. Aile ve çocukla görüşmeden, ebeveyn ve öğretmene ölçekler uygulanmadan, nörolojik ve psikolojik testler yapılmadan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite tanısı koymak doğru değildir.

TEDAVİ

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun tedavisinde çok yönlü bir yöntem kullanılmaktadır. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun düzeyine göre;
Ø  Tıbbi tedaviye başlanmalıdır. Doktorun önerdiği ilaç önerdiği dozda düzenli olarak kullanılmalıdır.
Ø  Aile eğitimi verilmelidir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite aileleri ciddi anlamda zorlayan bir bozukluktur. Bu bozukluğu tedavi edebilmek için ailenin güçlü olması gerekmektedir. Çocuğa karşı sabırlı, anlayışlı davranılmalıdır. Olumlu davranışlar mutlaka takdir edilmelidir. Çünkü Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğu olan çocukların kısa aralıklarla pekiştirilmeye, motive edilmeye ihtiyaçları çok fazladır. Bu sayede dikkatleri daha canlı kalabilir. Bu durumun önemini anlamak için aslında çocuğunuza bakmanız yeterlidir. Bu çocuklar bilgisayar oyunlarında dikkatlerini uzun süre koruyup bilgisayar başında hareketsiz vakit geçirebilirken ödev yaparken bunu uygulamakta zorlanırlar. Sebebi işte tam da budur. Bilgisayar oyunu onu motive eden ödüllerle doludur. Ancak ödev yaptığında onu uyaran bir ödül yoktur. Aile pekiştirmeyi ne kadar sık yaparsa bu açıdan çocuk daha çok fayda görecektir. Cezadan uzak durulması çok önemlidir. Ceza olumlu anlamda hiçbir davranış değişikliği sağlamayacaktır. Bilakis olumsuz davranışlar oluşturmasına sebep olabilir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocuklarda duygu regülasyon kapasitesi de düşüktür. Bu sebeple yoğun duyguların ortaya çıktığı durumda ailenin sakin kalabilmesi ve çocuğu sakinleştirebilmesi çok önemlidir. Aile bu konuda yaşadığı güçlükler için mutlaka bir uzmandan destek almalıdır.
Ø  Psikolojik destek alınmalıdır. Özellikle bu gibi durumlarda oyun terapisinin çok etkili olduğu gözlemlenmiştir. Hatta bazı oyun terapisi ekolleri dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunu kabul etmez ve duygu regülasyon problemi olarak değerlendirirler. Bu sebeple tedavi de bu yönde olur. Çocuk duygularını düzenlemeyi öğrendiğinde tedavi de olmuş olur. Bunu öğrenmesi oyun odasında, oyun terapisti eşliğinde mümkündür.  Yaşı oyun terapisi için uygun olmayan çocuklarda ise bilişsel-davranışçı terapiler oldukça etkilidir.
Ø  Özel eğitim programı uygulanmadır.



Uzman Psikolog – Psikolojik Danışman Ebru YURDALAN

29 Eylül 2017 Cuma

KARDEŞİ KABUL - KARDEŞ KISKANÇLIĞI

Kıskançlık üçlü ilişkilerde yaşanan bir duygudur. Haset dediğimiz yıkıcı ve patolojik duygudan daha olgun olsa da yine de kişiye zarar verebilir. Temelinde sevgi nesnesini kaybetmeyle ilgili yoğun kaygı vardır. Bu da rekabeti beraberinde getirir. Kişi en iyi olursa sevgi nesnesinin tek sahibi olabilir. Kardeş kıskançlığı bu yönüyle gayet normal ve olması beklenen bir duygudur. Çünkü uzun zamandır çabasız sahip olduğu sevgiyi yeni gelen bir yabancıyla paylaşmak zorunda kalacaktır. Ancak bazı durumlarda bu doğal duygu yanlış zaman, yanlış tutum gibi sebeplerle ve rekabeti kaybetmenin oluşturduğu hüzün ve öfkeyle davranış problemlerinin ortaya çıkabildiği bir durum haline gelebilir. Kardeşi olduktan sonra çocuğunuzda;
  • Tuvalet eğitimi aldığı halde alt ıslatma, parmak emme, konuşma problemleri, tırnak yeme gibi regresyon yani gerileme davranışları gözlemliyorsanız
  • Öfke nöbetlerine giriyor ve çevresindeki nesnelere, arkadaşlarına ve kardeşine zarar veriyorsa
  • Hüzünlü görünüyor ve içine kapandıysa
  • Yemek, uyku gibi rutinlerinde değişiklikler görülüyorsa
  •  Fiziksel hiçbir problemi olmadığı halde karın ağrısı, mide bulantısı gibi somatik belirtiler varsa, kardeşin gelişiyle ilgili başetmekte zorlandığı duyguları olabilir
  • Alınan önlemlerle ve doğru anne-baba tutumlarıyla bu sorunu engellemek mümkündür.

Kardeşler Arasındaki Yaş Farkı

Kardeş kıskançlığının patolojik bir hal almaması için en çok dikkat edilecek durumlardan biri yaştır. Çocuğun size bağımlı olduğu, kritik gelişimsel görev dönemlerinde ya da hayatını etkileyen değişikliklerin bulunduğu bir dönemde çocuğun kardeşine tepki vermesi gayet doğaldır. Diyelim çocuğunuz tuvalet eğitiminde ve bu dönemde bir kardeşi oldu. Kardeşinin tuvaletini altına yapması annenin bütün yakınlığını alırken bunu gören abi ya da ablanın alt ıslatması veya dışkı kaçırması bu ilgiyi üzerine almak için yaptığı bir rekabet girişiminden başka bir şey değildir. Veyahut da taşınma, ölüm gibi olağandışı durumlar varken, çocuk tüm enerjisini ve adaptasyon gücünü burada kullanırken yeni bir kardeş çocuk için yorucu bir konudur ve kardeşini reddebilir, uyum sağlamakta zorlanabilir. Tüm bu sebeplerden kardeşler arasında 4 yaş olması hem size hem de çocuğunuza iyi gelecek bir tercih olacaktır eğer sizin tercihinizdeyse.

Çocuğun Psikolojik Olarak Kardeşe Hazırlanması

 Hamileliği öğrendikten sonra çocuğunuzla bunu paylaşmalısınız. Ben bu konularda özellikle yaş göz önünde bulundurularak hikaye kitaplarından faydalanmanın önemine inanıyorum. Hikaye kitapları çocuğun kendi sorununu normalleştirmesine ve daha kolay konuşabilmesine yardımcı olur. Bu sayede kardeşiyle ilgili kaygıları üzerine konuşmalısınız. Genelde çocuklar kardeş doğduğunda daha az sevileceklerinden korkarlar. Yaşı küçükse özellikle kardeş onun istediği bir şey değildir. Bir şekilde mecbur bırakıldığı bu durumdan dolayı öfkelenebilir, bu öfkeyi de sakinlikle kabul etmelisiniz. Onun siz attığı yoğun ve sıcak duyguları sakinliğinizle soğutup tekrar ona vermelisiniz. Yeni gelen kardeşe hazırlıklar yapılırken çocuğunuzu da ihmal etmemelisiniz. Hatta bu hazırlık evresine abi-ablayı dahil ederek alışma turlarına çok önceden başlamalısınız. Kardeşin ismini birlikte düşünmeniz de çocuğu sürece dahil etmek açısından faydalı olabilir. Abilik ablalık ne demektir, eğlenceli yanları nelerdir anlatabilirsiniz ancak abi ve abla olarak tavizler vermesini istemek ve aşırı sorumluluk yüklemek çocuğu olumsuz yönde etkileyebilir. Buna dikkat etmeniz gerekir.

Kardeş Dünyaya Geldikten Sonra Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

  • ·       Kardeşiyle ilgili hiçbir duygusu için onu suçlamayın,kınamayın, kızmayın. Gelir gelmez kabul etmesini ve sevmesini beklemeyin. Sevgi zaman geçtikçe, kardeşiyle vakit geçirdikçe gelişecektir. Bu zamanın gelmesini sabırla beklemeli ve kesinlikle dayatmamalısınız.
  • ·       Kardeşinin bakımı konusunda, ona ninni söylemek, biberonunu tutmak, bezini getirmek, banyosunda su dökmek gibi faaliyetlerde mutlaka çocuğunuza da görevler vermeye çalışın
  • ·       Bebekle ilgili olumsuz cümleler kurarak onu rahatlatmaya çalışmayın. “bak ne kadar çirkin, geri verelim mi” gibi cümlelerle kardeş kıskançlığının önün geçilmez. Gerçekçi olmayan konuşmalardan kaçının.
  • ·       Çocuk bebeğe zarar veriyorsa, aşırı tepki göstermeden net ama sert olmayan bir uyarıda bulunabilirsiniz. Yeterince net sınır koyamayan veya büyük çocuğuna karşı suçluluk hisseden ebeveynler bebeğin zarar görmesine sebebiyet verebilirler.
  • ·       Küçük kardeşin yemek yedirilmesi, altının değiştirilmesi gibi konular onu üzerbilir ya da kendisi de benzer şeyler talep edebilir. Böyle durumlarda bebeğin daha çok küçük olduğu, kendi gereksinimlerini karşılayamadığı ama onun yaşına geldiğinde kardeşinin de kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar güçlü olacağı anlatılabilir.
  • ·       Kıskançlık olduğu için kardeşleri birbirlerinden uzak tutmak yapılan bir diğer yanlıştır. Fiziksel bir şiddet olmadığı sürece birlikte vakit geçirmeleri çocuğun kardeşine sevgi hissetmesini sağlayacaktır. Bu gözlem altında yapılmalıdır.
  • ·       Kardeşlerin kıyaslanması bir diğer yanlıştır. Unutmayın biz uzaklaştırmamalı yakınlaştırmalıyız.


Ne Zaman Uzman Desteği Almalı?

Eğer kardeşin dünyaya gelmesinin üzerinde 3-4 hafta geçmesine rağmen, yukarıda belirttiğim kardeş kıskançlığının belirtileri geçmemiş ve çocuk kardeşinin varlığına uyum sağlayamıyorsa bir uzmandan destek alabilirsiniz.


Uzman Psikolog-Psikolojik Danışman Ebru YURDALAN

26 Eylül 2017 Salı

TIRNAK YE(ME)

Semptomlara ne kadar şükretsek az. Onlar olmasa ne olurdu halimiz bilmiyorum. Misal kaygıyla boğuşan çocuğunuz tırnak yemeseydi nerden bilebilirdiniz babasının öfkesinden bu denli etkilendiğini ve artık kendini rahatlatamadığını? 
Evet konumuz tırnak yeme. Başlangıç yaşı değişse de çoğunlukla 3-4 yaşlarında başlayan, ergenlikte de devam eden davranışsal bir sorun tırnak yeme. Aileler semptom odaklı olarak bu davranışın ortadan kalkması için uzmanlara başvursa da bizim esas meselemiz bu değil, olamaz. Tırnak yemeyi ve diğer tüm semptomları bataklıkta uçuşan sivrisinekler olarak düşünürsek bir sivrisineği öldürmek başka bir sivrisinekle boğuşmanızdan başka bir işe yaramayacaktır bu çaba. Bizi kurtaracak tek şey var: Bataklığı kurutmak ! Bunun için öncelikle bu sorunun kaynağını bulmamız gerekiyor. 


Nedenleri
  • Sevgisiz bir aile ortamı
  • Baskıcı ve otoriter tutumlar
  • Kaygılı ebeveynler
  • Aşırı koruyucu anne-baba tutumları
  • Çocuğun sık sık eleştirilmesi, aşağılanması, değersizleştirilmesi
  • Okul başarısızlığı
  • Arkadaş ilişkilerindeki problemler
  • Aile içi şiddet
  • Anne-baba arasındaki problemler
  • Çevrede tırnak yiyen bir yakının olması
ve daha pek çok sorun tırnak yemenin nedenleri arasında sayılabilir. 

Nasıl Çözülür?

  • Çözüm için öncelikle sebebin doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir. Bunun için çocuğunuzu dikkatlice gözlemlemeniz yerinde olacaktır. Özellikle hangi zamanlarda tırnak yiyor sorusunun cevabını takip etmeniz size sıkıntıyı bulma konusunda yardımcı olur. 
  • Anne ve babalar çocuğa karşı tutumlarını ve kendi aralarındaki ilişkiyi gözden geçirmeli çocuktan bağımsız olarak çözmelidir.
  • Çocuk okula gidiyorsa, okul ortamında onu tedirgin eden bir durumun olup olmadığı ve arkadaşları ve öğretmenleriyle ilişkileri sorgulanmalı.
  • Tırnaklarını yememesi konusunda sıkça yapılan uyarıların işe yaramadığı, sadece ebeveynin kaygısıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple bu davranışa odaklanmadan görmezden gelmek yerinde bir tepki olacaktır. Bu semptomu sadece çocuğun içindeki kaygının dışavurumu olarak değerlendirilip kaygılandıran konuyla mücadele etmek en önemli çözüm basamağıdır.
Tırnak yemek çocuğun sosyal ortamlarda sorunlar yaşayıp işlevselliğini etkilemesine sebep olacağı gibi çene yapısına ve tırnak/tırnak etlerine vereceği zararla ilerde dönüşü olmayan fiziksel bozukluklara da yol açabilecek bir davranış problemidir. Bu sebeple ihmal etmeden, sabırla ve sevgiyle çözmeye çalışmanız çok önemlidir.

Uzm. Psk. Ebru YURDALAN


22 Eylül 2017 Cuma

KORKU HAKKINDA HER ŞEY

KORKU

Korku, hepimizin  zaman zaman yaşadığı birincil bir duygudur. Ne demektir birincil duygu? Acil bir durumda uygun eylemi yapmak konusunda yardım eden, doğal ve gerekli bir duygu demektir.  Korku sayesinde tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldığımızda savaşma , kaçma veya donma davranışlarından en uygununu seçerek tehlikeyi azaltırız.  Fakat böylesine adaptif bir duygu bazı durumlarda çözülmesi gereken bir probleme dönüşür.

NASIL?

Gerçek bir tehlike olmadığı halde olacağına dair bir beklenti hissediliyorsa, bu beklenti bedensel bazı belirtilere sebep oluyorsa ve bu belirtiler de bazı davranışlara sebep olup hayatınızı zorlaştırıyorsa bu maladaptif hale gelmiş bir korku, yani kaygı veya endişedir.
Korkunun psikolojik açıdan değerlendirilmesine geçmeden önce mühim bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Bazı çocukluk korkuları psikiyatrik bir hastalıktan kaynaklanıyor olabilir. Diyelim ki çocuğunuz bazı yaratıklar gördüğünü söylüyor, hatta bu yaratıkların ondan kötü şeyler yapmasını istediğini söylüyor ve cidddi korkular yaşıyorsa bu bir çocukluk şizofrenisi başlangıcı olabilir. Eğer yine böyle bir iddiası var da korku hissetmiyorsanız ve dönem dönem yaşıyorsa bipolar bozukluk olabilir. Ve hatta tüm bunlar nörolojik bir rahatsızlıktan da kaynaklanıyor olabilir. Bu sebeple bu yazıyı okumadan önce çocuğunuzun yaşadığı korkunun onun açısından gerçek bir tehlike veya tehdit içermediğini, konuşmaların olma ihtimali üzerinden yapıldığından emin olun. Eğer bu konuda şüpheleriniz varsa mutlaka çocuk psikiyatristine muayene olmasında fayda vardır. Çünkü biliyoruz ki psikiyatrik hastalıklarda erken müdahale çok önemli ve yaş ilerledikçe tedaviler daha zorlaşıyor.

KAYGILAR HER ZAMAN ZARARLI MIDIR?

Kesinlikle hayır. Bazen kaygılar doğru davranışlar konusunda motive edici olabilir. Ancak kaygı “aşırı” olunca durum değişiyor.
  • ·       Aşırı kaygının oluşturduğu bedensel belirtiler yaşam kalitesini ciddi anlamda düşürebilir. Çok kaygılı çocuklar sürekli karın ağrısı, mide bulantısı, baş ağrısı gibi fizyolojik belirtilerden şikayet edebilir.
  • ·       Kaygılandıklarında en kötüsünün olacağına dair bir beklentiye girebilir ki bu da gerçekten en kötüsünün olmasına sebep olabilir.
  • ·       Hayatını sürekli diken üstünde, sakınma davranışı döngüsünde geçirebilirler.
  • Eğer endişeler çocuğunun eğlenmesine, yaşının zevklerinden mahrum kalmasına sebep oluyorsa bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışmak önemlidir.


KORKU VEYA KAYGI TÜRLERİ NELERDİR?
  1. Özgül Fobi
·       Belirli bir nesne ya da durumla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma halidir.
·       Bu nesne ve durumdan nerdeyse her zaman kaçılır, kaçılamazsa yoğun bir korku veya kaygı eşliğinde buna katlanılır.
·       Duyulan korku nesnenin gerçek tehlikesine göre orantısızdır.
İnsanlar pek çok konuda özgül fobiye sahip olabilirler. Bunlardan bazıları şunlardır; agorafobi (alan korkusu), zoofobi (hayvan korkusu), araknofobi (yılan korkusu), brontofobi (gök gürültüsü ve şimsek korkusu), pnigofobi (boğulma korkusu)…
  1. Sosyal Fobi (Toplumsal Kaygı Bozukluğu)
  • ·       Kişinin, başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku duymasıdır.
  • ·       Çocuk bunu sadece yetişkinlerinin yanında değil yaşıtlarının yanında da yaşamalıdır.
  • ·       Çocuğun utanıp, mahcup olacağına yönelik kaygıları vardır.
  • ·       Yaptığı davranışın onu küçük düşüreceği, olumsuz değerlendirileceğini düşünür. Dışlanmamak ve kırılmamak için içine kapanır.
  • ·       Mükemmeliyetçi ya da aşağılayan, değersizleştiren ebeveyn tutumları sosyal fobiye sebep olur.
  • ·       Anne babalar bunu özgüven eksikliği olarak değerlendirip yardım arayışına girerler.

  1. Yaygın Kaygı Bozukluğu
  • ·       Burda kişi bazı olaylar ve etkinliklerle ilgili aşırı bir kaygı ve kuruntu hisseder. Bu duyguları kontrol etmekte güçlük yaşar.
  • ·       Sürekli bir huzursuzluk hali vardır.
  • ·       Kolay yorulurlar.
  • ·       Odaklanmakta güçlük çekerler.
  • ·       Kolay öfkelenirler.
  • ·       Uyku problemleri yaşarlar.
  • ·       Kas ağrıları yaşarlar.

  1. Ayrılık Kaygısı
  • Ayrılık kaygısı, kişinin bağlandığı insanlardan ayrılmasıyla ilgili, gelişimsel olarak uygun olmayan ve aşırı düzeyde kaygı ya da korku duymasıdır. 2 yaşındaki bir çocuğun annesinden ayrılırken davranışsal tepkiler vermesi korkuya kapılması normalken, ayrılık kaygısı yaşayan 7 yaşındaki bir çocukta aynı tepkileri anormal olarak verebilir. Bu durum aslında 3 yaşından itibaren gelişimsel olarak adım adım ayrılması gereken çocuğun annenin kaygıları sebebiyle çocuğa yapışmasında kaynaklanan bir durumdur.
  • Çocuk bağlandığı kişileri yitireceği ya da bu kişilerin başına hastalık, yaralanma, ölüm gibi kötü bir olay geleceğiyle ilgili sürekli ve aşırı bir biçimde tasalıdır.
  • Bir felaket yüzünden ayrılmak zorunda kalacağından endişelenir.
  • Bu endişeler yüzünden evden uzaklaşmayı hiç istemez.
  • Evde dahi olsa bağlandığı kişiden uzak olmaktan, tek başına kalmaktan korkar.
  • Bazı durumlarda ayrılmayla ilgili kabuslar görülebilir.
  • Ayrılma durumlarında bedensel belirtiler de görülür.

Okula uyum konusunda bahsettiğim gibi çocukların okul fobisi yaşamasında en önemli etkenlerden biri ayrılık kaygısıdır..
  1. Panik Bozukluk
  •            Panik bozukluk; yineleyen, beklenmedik panik atakların olduğu, kişinin aniden yoğun bir korku ya da içsel bir sıkıntı yaşadığı durumdur.
  •            Çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüs sıkışması, bulantı, karın ağrısı, baş dönmesi, ayakta duramama, sersemlik, bayılacak gibi olma, ateş basması, uyuşma, denetimi yitirme, çıldırma korkusu ve ölüm korkusunun gibi fiziksel belirtilerle tanımlanır.

Bunların dışında yaşanan travma sonrası stres bozukluğu da kaygı ve korkuların eşlik ettiği bir bozukluk olarak sayılabilir. Çocuğunuz korkuları üzerine çalışıyorsanız travmatik durumlar da iyi araştırmalıdır.

KAYGILARIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Kaygıların sosyal, akademik, ruhsal ve bedensel anlamda çocuğun üzerinde birçok etkisi vardır. Kaygı çocuğun sosyal olarak ilişki kurmaktan kaçınan, yaşıtlarının sosyal faaliyetlerinden uzak kalan, özgüveni düşük yetişmesine sebep olurken, akademik anlamda da ders başarısında ciddi düşüşlere ve okuldan soğumasına sebep olabilir. Ruhsal açıdan baktığımızda çocuklar ciddi üzüntüler yaşayabilir ve depresif belirtiler gösterebilir. Bedensel olarak ciddi problemler yaşayabilirler.

NEDEN BAZI ÇOCUKLAR ÇOK ENDİŞELİ?

Bazı çocuklar kaygı ve korkularla boğuşurken bazıları bunları optimal düzeyde yaşar. Bu konu ebeveynler açısından önemlidir çünkü bu problemler ebeveynde suçluluk duygularına sebep olabilir. Kaygının temeline baktığımızda, sebep olan faktörleri  üç ana başlıkta toplayabiliriz.
1.     Genetik Materyal
Fareler üzerinde yapılan bir araştırmada stres altındaki farelerde hormonal değişimler ölçülmüş ve bu ölçümler sonraki üç kuşağa aktarılmıştır. Yani aile içinde bulunan kaygılı genetik miras, bize genlerimizle aktarılıyor. 
2.     Aile Tutumları
Bazı anne ve babalar çocuklarını iyi olma kaygılarıyla yetiştirir. Ancak biz bugün biliyoruz ki kaygı bulaşıcıdır. Eğer çocuğunuzun yapacağı davranış girişimleri sizi endişelendiriyorsa çocuğunuz da davranışlarında bu endişeyi hisseder. 
3.     Çevre
Yaşantılar ve deneyimler de çocukta belli miktarda kaygı oluşmasına sebep olabilir. duygu regülasyonu henüz yeterli seviyeye ulaşmamışsa çocuk bu kaygılarla baş edemez ve sürekli tetikte olan bir kimlik geliştirir.

KORKU VE KAYGILARLA NASIL MÜCADELE EDERİZ?

  • ·       Öncelikle kendinize net bir hedef belirlemelisiniz. Çocuğunuzun pek çok korkusu olabilir. Tek birisiyle çok fazla uğraşmak sizi karamsarlığa sürükleyebilir ancak merak etmeyin ilk korkuyu aştığınız an diğerleriyle mücadele etmek çocuğunuz için daha kolay olacak. Çocuğunuz başardığını hissettiği için bundan sonrası için motivasyonu yüksek davranacak. Zincirleme bir etki oluşacak. 
  • ·       Korku belirlendikten sonra çocuğunuzun bu konuyla ilgili ne hissettiğini, ne düşündüğünü ve ne yaptığını detaylıca öğrenmeniz gerekiyor. Bazen çocuklar ne hissettiğinin ya da ne düşündüğünün fakında olmayabilir. Böyle durumlarda anne baba olarak tahminlerde bulunarak onun bulmasına yardımcı olmalısınız
  • ·       Çocuğunuzun korkularıyla ilgili farklı düşünceler geliştirmesine yardımcı olmak, birlikte bir dedektif gibi korktuğu şeyin olmayacağına dair kanıtlar bulmak, çocuğun başka şekillerde düşünmesine yardımcı olmak.
  • ·       Aşamalı olarak yeni deneyimlere teşvik etmek. Bu süreçte yapacağına gerçekten inanıp hiçbir kaygı hissetmemeniz çok önemli.
  • ·       Yapılan olumlu davranışları ödüllendirerek çocuğun motivasyonunu yüksek tutmak.
  • ·       Aşamalı olarak, hedeflerin belirli olduğu kapsamlı bir plan yapmak.


Bu önerileri uygularken dikkat edilmesi gereken en önemli sey çocuğun sorunlarını onun adına çözmemek, onun içindeki güce inanarak çözmesini sağlamaktır. Anne ve baba çocuğa güvenceler vererek, teminat olmaktan ziyade çocuğun kendi içsel kapasitelerini geliştirmesine olanak sağlamalı, yakınlarında durup bir koç gibi desteklemeli.Bunları yaparken oyunlarla, keyifli aktivitelerle çocuğunuzun katılımını sağlamak da sizin yaratıcılığınıza kalıyor.

Tüm uygulamalara rağmen başedemediğiniz korkular için profesyonel bir destek almayı lütfen ihmal etmeyin, optimal korkulu günler…

Uzman Psikolog / Pedagog Ebru YURDALAN



Şarkılarla Kavramlar -1-

Yeni bir seriye başlıyorum burdan. Adına "şarkılarla kavramlar" demek istedim. Çünkü bazı müzikler bende sadece romantikçe bir ...